Son Tango, Ara Sıcak, İlk Serenat
31 Temmuz 2025, Perşembe 16:56
Hayatın genel kuralı birşeyin başlaması, devam etmesi ve bitmesi şeklindedir. İnsan olsun, hayvan olsun, bitki olsun, doğar, yaşamaya devam eder ve sonunda ölür. Hayatın içinden bölümler de böyledir. Okula başlarsınız, devam edersiniz, bitirirsiniz. Bir işe başlarsınız, devam edersiniz, bitirirsiniz. Tatile başlarsınız, devam edersiniz, bitirirsiniz. Bu kuralın tersi sadece Science Fiction filmlerinde falan olur. Örneğin, yaşlanmış insan bebekliğine döner. Bir uzay aracı ile geçmişe seyahat ederler falan gibi. Peki ben de bu yazımda bu normal, rutin kuralın dışına çıksam olmaz mı diye düşündüm. Aklıma Paris'te Son Tango filmi geldi. İlk tango hiç ilgimi çekmiyor. Dans okuluna gidersiniz, tango öğrenmeyi amaçlarsınız, bu çok normaldir. Ama Paris‘te Son Tango, bilenler, seyredenler için çok ilginç konulu bir film değilmiydi? „Paris'te Son Tango" (İtalyanca: Ultimo Tango a Parigi), Bernardo Bertolucci'nin yönettiği, 1972 yapımı bir filmdi. Film, Paris'te tesadüfen tanışan ve anonim bir ilişki yaşamaya başlayan Amerikalı dul bir adam olan Paul ile genç Fransız Jeanne'ın hikayesini anlatıyordu. Film, cinsellik, tutku ve yabancılaşma temalarını işlemişti. Bu filmden sonra Paris'te ilk tango diye bir film çevrilseydi pek ilgi çekmezdi bence. Hayatta başlama ile sona gelme arasında, yeni iki zıt uç arasında yaşananların yer aldığı süreç ise, yani "devam" ya da "ara" bu üçlü „ilk- devam-son“ toplam süreç kavramında en uzun sürenidir. Çaba ister, sabır ister, yatırım ister, moral ister, destek ister, hayaller ama hüsranlarla da harmanlanmıştır, daha neler neler. Hep başlangıç yani "ilk" ve "son" üzerine konsantre olur, "devam/ara" bölümü ise tam konsantrasyonla, ilgi ile takip alanımız olmaktan çıkar çoğunlukla. Yukarıda yazdım ya, ben de hem normal, rutin yönde değil ama ters yönde gitmek istiyorum bu yazımda. Bunun bir parçası olarak da madem "devam/ara" bölümü tam konsantrasyonla, ilgi ile takip alanımız olmaktan çıkar çoğunlukla diye yazdım, bu "devam/ara" bölümü ile ilgili çok ilginç gördüğüm, keyfini çıkardığım, hatta „ilk“ ve „sondan“ daha çok merakla, sabırsızlıkla beklediğim birşeyden bahsedeceğim. Eğer o ne derseniz, işte o "ara sıcak" denen şey. "Ara sıcak" (Amuse-bouche veya Amuse-gueule olarak da bilinir) Fransa'daki lokantalarda yemekten önce verilen ücretsiz bir ikramdır. Bunlar ordövr ve mezelerden farklıdır. Ücretsiz ve sadece mutfak şefinin seçimine göre servis edilir. Bunlar hem konuğu yemeğe hazırlamak hem de şefin tarzına bir göz atmak için servis edilir. Bizim kendimize has, kaliteli Türk yemek kültürümüzde ise "ara sıcak" genellikle başlangıçlardan sonra ve ana yemekten önce servis edilen sıcak atıştırmalıklardır. Farklı türde börekler, kızartmalar veya küçük köfteler gibi çeşitli seçenekler sunulabilir. Ama burada ben öncelikle yılın bir bölümünü Datça'da geçirme şansına, Allahın bu lütfuna layık olabilmiş bir kişi olduğumu söyleyerek başlamak istiyorum. Yani Datça'da "ara sıcak" bu kadarla kalmaz. Datça'da yaşanabilmesi en büyük keyiflerinden biri sahilde, ya da deniz manzarası ile bir restoranda, hatta kendi evimizde balık rakı keyfi değilimdir? Ama birçok restoranda "ara sıcak" sigara böreği falan iken Datça’da bir balık restoranı var ki (adını burada yazamam, ama bilenler hemen anlayacak neresi olduğunu) orada "ara sıcak" yağda kızartılmış, küçük, taptaze karideslerdir. Ama öyle birkaç tane ya da küçük bir tabakda değil, bol kepçe diyebileceğim, hatta isterseniz tekrar tekrar, tabak dolusu sunulan küçük, çok leziz karideslerdir. Eğer o restorana giderseniz zaten ne olur mezeler bitse de ara sıcak gelse dersiniz. Hatta en sonunda gelecek ana yemek olan balığı düşünmez ara sıcak ile doymak istersiniz. Hani yukarıda bir yerde „normal/rutin yaşam gelişmesinin bir parçası olarak "devam/ara" bölümü tam konsantrasyonla, ilgi ile takip alanımız olmaktan çıkar çoğunlukla" diye yazdım ya, yok canım bu bahsettiğim ara sıcak o keyifli, leziz, Datça havası ortamında bana lütfedilmiş öyle bir yemek ki, başka bir deyimle oradaki yaşamın en önemli, keyifli, mutlu parçasıdır benim için.Eee, bu yazımda madem ki ters yönde gidiyorum, şimdi de "ilk"e geleyim. 04.05.2025 deki "Çizmeler" başlıklı yazımın sonunu şöyle bitirmiştim:„En sonunda iyi bir düşüncem var. O şık bayan kedi hastasıdır, ben ise güzel ve romantik bir müzik. O marifetli çizmeli kedinin resmindeki kılıçlı hali belki onun için bir güç ve yenilmezlik göstergesi, ama o çizmeli kedi bir de keman çalabilse hem o bayanı hem de beni çok mutlu ederdi. Hatta o kemancı kedi o şık bayanın balkonunun, ya da penceresinin altında bir bahar gecesi benim isteğimle ona kemanla bir serenat yapsa ne kadar özel birşey olurdu değil mi?
Olmaz olmaz demeyin.“
Gece sessiz, yıldızlar şahidim,
Senin adını fısıldar rüzgâr, nazik nazik.
Kalbim ellerinde bir yolcu gibi,
Durmuş bekler seni, özlemle şimdi.
Ay ışığında gülüşün parlıyor,
Bir bakışın gecemi aydınlatıyor.
Ey gönlümün en güzel şarkısı,
Sensiz her nota hep yarım kalıyor...
Datça'da bir serenat
Bir ara sıcak kadar sıcak ve samimi,
bir keman sesi kadar derin…
Başlangıçlar hep alkışlanır,
sonlar ya gözyaşıyla ya tebessümle uğurlanır.
Ama asıl olan, ne ilk lokmadadır, ne son yudumda yaşam, o “ara”da gizlidir.
Unutulan, ama asla önemsiz olmayan
devam etmek dediğimiz o büyülü süreçte.
Datça'da bir yaz gecesi,
ay denize incecik bir gümüş sererken
bir masa kurulur rüzgârla.
Karides kızartmalarıyla gelen ara sıcak,
bir sofradan çok daha fazlasıdır.
Çataldan değil, hatıradan bir parça gibidir.
İlk yudum rakıyla değil,
ilk gülümsemeyle başlar gece.
Sonra…
Bir keman sesi yükselir usulca.
Ne radyodan gelir,
ne bir sahneden.
Sokağın köşesinden bir kedi çıkar,
çizmeleriyle tanıdık,
ama bu gece başka.
Çünkü bu gece onun balkonunun altında,
bir serenat başlar sessizce.
O bayan, sarışın bir düş gibi,
balkonunda iki minik kedisiyle
gökyüzüne bakar.
Ayın gölgesinde keman çalan bir kediyi
görünce gülümser,
bir an için bile olsa
gerçekle masalın arasındaki perde kalkar.
Ne konuşma olur o gecede,
ne açıklama gerek.
Sadece bir melodi,
ve o melodide kalbe düşen
bir yıldız gibi sevda…
Ara sıcak tabağında kalan son karides kadar gerçek,
bir keman teli kadar hassas.
İşte hayat budur,
Ne ilk tango, ne son veda,
yaşam, bir serenatın ortasında
gökyüzüne bakan bir balkonda başlar.
Ve eğer bir gün
Datça sokaklarında gece vakti
bir keman sesi duyarsan…
bil ki masal bitmedi.
Çünkü bazı melodiler,
hiç susmaz.
Çok merak ediyorum, acaba çizmeli kedi elindeki kılıcın yerine kemanını alıp bu sözlerle bir seranat yaptımı?
Dün akşam yazımı tam buraya kadar yazıp yattım. Sabaha karşı daha uyanmadan, ama yatakdan kalktığımda çoğunluk olarak hatırladığım bir rüya gördüm. Rüyamda kendi yazdıklarımı bir masal gibi kendim yaşadım sanki ve hatta bunları kafamda yeni bir başlık olarak „Son Tango, Ara Sıcak ve Bir Serenatlık Masal“ diye adlandırarak. Yukarıda yazdıklarımın rüyamda gördüğüm ve bir bakıma yeniden yaşadığım tarzı şöyle idi:
„Son Tango, Ara Sıcak ve Bir Serenatlık Masal“:
Hayat çoğu zaman bize çizilmiş bir senaryonun oyuncuları gibi hissettirir. Başlar, sürer, biter. Doğarız, yaşarız, ölürüz. Okula başlar, mezun oluruz. İşe girer, emekli oluruz. Tatile çıkar, döneriz. Hep bir ilk, bir son… Peki ya ortası? Ya o “devam” denilen, kimi zaman sıkıcı, kimi zaman görünmez olan ama asıl hikâyenin geçtiği o koca alan? İşte ben bu yazıda sıradanın tersine gitmek istiyorum. İlklerden ve sonlardan çok, hayatın “ara”larında gizli tatları konuşmak istiyorum. Tıpkı bir yemekteki “ara sıcak” gibi. Ne başlangıç kadar tanıtıcı, ne ana yemek kadar gösterişli... Ama yemeğin ruhunu belirleyen, asıl hafızaya kazınan o ara lezzet.
Datça'da bir restoran düşünün. Meze faslı bitmiş, balık daha gelmemiş. Tam o an karşınıza yağda çıtır çıtır kızarmış, bol kepçe karidesler geliyor. Adı “ara sıcak” ama etkisi başlı başına bir şölen. Hatta bazen öyle olur ki, o ara sıcak öyle bir lezzet sunar ki ana yemeğe olan heyecanınızı gölgede bırakır. Aynı hayattaki bazı “ara” anlar gibi... Bir duraklama, bir nefes, ama bir ömürlük iz.
Ve sonra... O güzel anlardan biri daha: Bir Datça gecesi. Ay ışığı denize gümüş örtüsünü sermiş, yıldızlar suskun. Ve o an… Çizmeli Kedi, elinde kemanı, taş balkonlu bir evin altında duruyor. Serenat yapmakta bir güzel bayana, yani ona. Şıklığıyla, güzelliği ile dikkat çeken, ama esas büyüsü geceleri ay ışığıyla konuşabilen o bayana ... İki minik kedi eşlik ediyor sahneye. Kemanın tınısı sadece insanlara değil, geceye, denize, hatta o balkon taşına bile işliyor.
Bu sahne bir masal mı? Belki, ama hayatın kendisi de bir masal değil mi zaten? Hele ki biz “devam” edenleri fark ettiğimizde… Hayatın “ara”larında, karidesin tadında, kemanın sesinde, bir kedinin gözlerinde saklı küçük mucizeleri görmeyi seçtiğimizde...
Aynı şeyleri hem uyanıkken normal hayatta hem de uykuda rüyamda yaşamam çok ilginç değilmi? Sizin de böyle bir anınız var mı? Bence vardır.
Hayat belki de Paris'teki o son tangoyla bitmeyecek, ama Datça'da bir kemanla yeniden başlayabilir. 26.07.2025
Okunma Sayısı: 378
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.