LAÇİNNN
kalp ucu datça
Muğla
26 Eylül, 2025, Cuma
  • DOLAR
    41.47
  • EURO
    48.84
  • ALTIN
    4985.1
  • BIST
    11.367
  • BTC
    111748.48$

Zoru Başaran Ekip – 13

25 Eylül 2025, Perşembe 11:50
Zoru Başaran Ekip – 13

Şükrü Dayı’nın teknesinden kendi tekneme döndüğümde, personelim akşam yemeği için hazırlık yapıyordu.
Remzi’ye sordum:
“Misafirlere aperatif içki söylediler mi?”
Remzi barın üzerine hazırladığı tepsiyi göstererek,
“Baba, siparişlerini aldım. Herkesin hesabına da yazdım, şimdi servis edeceğim.” dedi.
Haftalık charter yat turizminde “her şey dahil” sistemde yerli içki, bira ve meşrubat fiyatın içine dahildi. Ancak “eksport” içkiler, barda asılı duran tarifeye göre ücretlendirilirdi. Hafta sonu geldiğinde, gemicilerden biri misafirlerin tüketimlerini kabinlere göre hesaplar ve onlardan tahsil ederdi.
Ben bu işlere hiç karışmazdım; çünkü “kaptan parayı aldı, cebine attı” diye düşünmelerini istemezdim. Zaten bar gelirinden her gemici yüzdelik pay alırdı. Bahşiş kutusuna da el sürmezdim. Yalnızca herkesin gözü önünde sayar, kaç Türk Lirası kaç Pound olduğunu not eder ve bir gemiciye teslim ederdim. Misafirler ayrıldıktan sonra bahşişler paylaşılır, bar geliri ise özel bir deftere kaydedilip bankaya yatırılırdı.
Akşam yemeği servisi devam ederken, disko barın işletmecisi Veli benden el lambası istedi. Benim de kayaların altındaki balıkları görebilmek için kullandığım, yeni aldığım çok güçlü bir sualtı lambam vardı. Veli’ye verirken tembihledim:
“Bak, unutmadan bana geri getir. Ben her gün öğlen saatlerinde bununla dalıyorum.”
Balık avlamaktan çok, teknedeki 16 personel ve 4 yolcuya ek olarak karşımdaki 20 potansiyel sorun arasında nefes almak için dalış yapardım. Maske ve paletimi takıp denize atladığımda, kimseyle ilgilenmek zorunda kalmaz, stresimden uzaklaşırdım. Ama Veli söylediklerimi duymamış bile, lambayı alıp hızla uzaklaştı.
Tekneme döndüğümde misafirler yemeklerini yemişti, masa toparlanıyordu. Ancak Veli’nin işlettiği disko barda henüz bir hareket yoktu. Bu durum bana tuhaf gelmişti. Derken yolcularımdan iki aile tartışmaya başladı. Bu ailelerden biri düzenli olarak bizim turlara katılırdı; her gelişinde gemicilere hediyeler getirdiği için hanıma “hala”, kocasına ise “enişte” denirdi.
Göz ucuyla baktım, hala ve enişte içkilerini bitirmiş, yeni sipariş vermek için gemicilerden birinin boşalmasını bekliyordu. Yanlarına gidip,
“Hadi gelin, size dışarıda bir kokteyl ısmarlayayım.” dedim.
Onları tanıdığım için ikna etmek kolay oldu. Tekneden indirip hemen karşıdaki disko bara götürdüm. Veli ortalarda yoktu, ama orada çalışan Süleyman barın arkasındaydı. Ona üç kokteyl hazırlamasını söyledim.
“Ne olsun?” diye sordu.
“Fark etmez, nasıl olursa olsun üç kokteyl hazırla.” dedim.
Amacım teknedeki gerginliği dağıtmaktı. Bunda başarılı olmuştum. Biz kokteyllerimizi içerken içerisi yavaş yavaş dolmaya başladı. Süleyman bir yandan da CD çalara kasetler yerleştiriyordu. İşinde acemi olduğu belliydi ama başka alternatif olmadığından, gelenler keyifle eğleniyordu.
Hala ve enişteyle sohbete dalmıştık ki, birden bembeyaz gömleği, uzun saçları, yanık teni ve doğuştan sağ el bileğinden itibaren olmayan parmaklarının yerine taktığı kancalı aparatıyla yanımıza biri geldi. Sağ eliyle halanın elini masaya kilitledi, kanca aparat parıldıyordu.
Bu sürpriz, film sahnesi gibiydi. Diskonun loş ışığında beyaz gömleği, ışıldayan gözleri ve gülümsediğinde ortaya çıkan inci gibi dişleriyle tam bir jön havası veriyordu. Gelen, dostum Zeki Karabulut’tu. Teknesi M/S MR. HOOK ile özdeşleşmişti.
Zeki masamıza neşe getirmişti, ben de onu gördüğüme çok mutlu olmuştum. Teknesini yaparken Bozburun’da yaşadığı zorlukları, duşsuz ortamda bitlenişini, Ölüdeniz’de derme çatma bir piyade ile turistlere hizmet ettiği günleri hiç saklamadan anlatırdı. Sağ el bileğinden itibaren parmakları olmadığı için ona kaptan ehliyeti verilmemişti. Ama Zeki öyle bir deniz emekçisiydi ki, nice kaptanı cebinden çıkarırdı. Teknenin tüm bakım-onarımını kendi yapar, sol eliyle kavradığı spiral makinasını doğuştan eksik sağ koluyla yönlendirerek birçok kişinin yapamayacağı işleri başarırdı.
Muhabbet koyulaşırken, disko dolup taşmıştı. Gelenler arasında Zeki’nin yolcuları da vardı. Zeki yanıma eğilip,

“Mağarayı görmek isteyen iki misafirim var, senin de gelmen lazım.” dedi.
Anlamıştım, macera arayan iki turistti. Biz de bu gece onları mutlu etmeliydik. Zeki, teknesini mağaranın karşısına kıçtan kara yaptığını söyledi. Ben de,
“Benim sandal suda. Senin yolcuları hep birlikte götürürüz. Botu tekneye bağlarız, bahane bulur, iki genç kızı alıp mağaraya gideriz.” dedim.
Plan hazırdı. Detaya gerek yoktu, olayların akışına göre hareket edecektik. Çünkü bizim için “hizmette sınır yoktu.”
1990’lı yılların sonunda gelen turistler, ödemeden önce sıkı kontratlar imzalardı. Makul bir şikâyetleri olsa paralarını geri alabilirlerdi; tur operatörleri bunu hiç istemezdi. Ama ne Zeki’nin ne de benim teknemde böyle bir şikâyet olmadı. Misafirlerimiz hep mutlu ayrıldı.
Bazen kendi aramızda övünürdük:
“Uçakları iptal olsa bile, bizim yolcular kanatlı melek gibi; fıs fıs kanatlarını açıp kapayarak dönebilirler.”
Gerçekten de misafirlerimiz mutlu olsun diye elimizden geleni yapardık. İşte bu yüzden bizim sloganımız hep aynıydı:
“Hizmette sınır yoktur.” Devam edecek…


Okunma Sayısı: 535

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.