KÖŞE YAZISI DİYE DÖRT KÖŞE OLMAK, YA DA
07 Temmuz 2020, Salı 12:36Köşe yazarı oldum,
Köşeyi döndüm,
Dört köşe oldum.
Sanki bir sürü köşk aldım,
Keşke öyle olsaydı,
Hayallere takılıp kaldım.
Köşeyi bırakmak zor, ama bir ara niye olmasın,
Sen de yeter artık de ve bırak, dinlen bir ara,
Dolaşalım dünyayı,
Takılalım birlikte 2-3 ay, gözlerden ırak,
Sen hep gülücüklü, şen şakrak,
Ben keyiften, mutluluktan dört köşe.
Sonra döneriz geri belki birlikte, kafalar rahat,
Evlerimiz, ofisler kutu gibi dört köşe,
Odaları döşeli, küçük büyük, dört köşe,Biz yine iş başında, zevkten dört köşe,
Neyse ki dünya yuvarlak,
Yoksa sanacaktık onu da dört köşe ...
Köşe yazarı olmak herkese nasip olmaz. Hele ki okuyucularının sayısı çok ise, bundan yazıların genelde beğenildiği sonucu çıkarılabilir. Ben kendimi bu yüzden şanslı buluyorum. Hayat tesadüflerle doludur. Bana nasıl oldu da Datça Haber'de yazıyorsun derseniz, o bir şans, bir tesadüf sonucu oldu. Bir yazdım beğenildi, sonra da arkası geldi. Köşem olup yazabildiğim için de zevkten dört köşeyim.
"Zevkten dört köşe oldum" deyimi cahil kişilerin, kültürlü kişileri taklit etmeye özenerek sözcüğün anlamını değiştirip kendi görüşlerine göre oluşturduğu bir deyim olmuştur. Deyimin hikayesi ve asıl çıkış nedeni şöyledir:
1930'lu yıllarda Bursa lisesi'nde "riyaziyeci kel Osman" adında otoriter bir öğretmen varmış. onun matematik derslerinden tüm öğrenciler korkarmış.
Kel Osman hoca ders anlatırken bazen „alimler dalgın olur, ben de dalgınımdır.." diyerek kendisini övermiş. Bir gün tahtaya kaldırdığı talebeye, kızarak:
- Kalın kafalı, niye derse çalısmadın ? eşek murabbaı*... demiş .
Burada hocanın dediği "eşek murabbaı" "eşek kere eşek" anlamında olup "eşeğin karesi" anlamındadır.
Bu söz öğrencilerin pek hoşuna gitmiş olacak ki, dillerine dolamışlar ve birbirlerine eşek murabbaı diye takılmaya başlamışlar. Bu söz zamanla okul sınırlarını aşarak halk arasında da yayılmaya başlamış.Matematik bilgisi olmayan halk, bu sözü duyunca, murabbaı (karesi) deyince sadece "dört köşeli“ bir şekil olarak algılamış ve bu cahil kimselerin ağzında anlam değiştirmiştir ve böylece "dört köşeli eşek" demeye başlamışlardır.
Zevk ve neşenin de üstünlüğünü belirtmek için bu deyimi kullanmışlardır.
"Dört köşeli zevk yaptım", "zevkten dört köşe oldum" şeklinde konuşmaya başlamışlardır. "Zevkten dört köşe oldum" deyimi o kadar kökleşmiş ve benimsenmiş ki artık düzeltilmesi, silinmesi imkansız hale gelmiştir.
Köşe yazarlığı sorumluluk ister. Köşe yazısı bir yazarın herhangi bir konu veya günlük olaylar hakkındaki görüşlerini, düşüncelerini ayrıntılara çok inmeden anlattığı gazete ve dergilerde yayınlanan kısa yazıların genel adıdır. Gazete ve dergilerin belli sütun veya köşelerinde yayınlanır.
Özellikleri genelde şöyledir: - Gerçek olaylar veya düşüncelerle ilgili konular işlenir. - Düşünce ön plandadır. - Konular çok değişik açılardan ele alınmadan, büyük ayrıntılara inilmeden işlenir. - Yazılanlara okuyucuyu inandırma zorunluluğu yoktur. - Yazılanlar okuyucunun ilgisini çekmelidir. - Açık, sade ve akıcı bir dil kullanılmalıdır. - Hani yani bir şeyler yazıp köşe oldum demek için değildir. - Yazan kişi anlattıkları karşısında tarafsız kalmalı, yorumdan kaçınmalıdır. - Yazar kendi yazdığına ne kadar sadık ve inançlı ise de, başkalarının, okuyucularının fikirlerine, eleştirilerine de açık olmalıdır.
Köşe yazarı olduk diye o köşeyi parsellediğimizi de sanmamamız gerekir. Hani köşenin tapusunu falan almış değiliz. Yazılarımıza özen, gazetenin ilkelerine sadık kalmak, okuyucuya saygıda kusur etmemek; bunlar temel prensipler olup, bunların zorluklarına da severek razı olmak, bir bakıma dar bir ayakkabıya katlanmaya hazırlıklı olmalıyız. Bu "dar ayakkabı" ile ne demek mi istiyorum, size bir hikaye ile bunu anlatayım. Ben kendi adıma bu hikayeden dersimi aldım.
“Nazım Hikmet'e bayram için bir ayakkabı almaya karar verirler. O zamanlarda şimdiki gibi hazır ayakkabı satan dükkanlar yoktur. Sadece ayakkabı yapan bir dükkan vardır. Oraya giderler, ayakkabıcı Nazım'ın ayağını bir kartonun üzerine koyar ve iyice basmasını söyler. Daha sonra bir kalemle ayağının etrafını çizer. Bu karton onun ayakkabı numarasıdır. Günlerce bu ayakkabının hayalini kurar. Babası ona ayakkabılarının siyah ve bağcıklı olacağını söyler.
Nazım'ın ayakkabıları bayramdan bir gün önce gelir. Ayakkabılar babasının dediği gibi siyah ve bağcıklıdır. O gün onları hiç giymez. Ayakkabılarını yatağının altına koyar ve arada bir çıkartıp onları keyifle inceler. O gece onu uyku tutmaz. Sabah olup da evdekiler uyandığında Nazım'ı ayakkabı kutusu kucağında ve bir sandalyede otururken bulurlar.
Buradan sonrasını Nazım Hikmet'in ağzından dinleyelim, böylesi sizi daha çok etkileyecektir:
“Ayakkabımı babam giydirdi. Ayağıma olmamıştı ayakkabılarım. Dardı ve canımı yakmıştı; ama bunu babama söylemedim.
O 'Sıkıyor mu?' diye sordukça 'Hayır' yanıtını veriyordum. 'Dar, ayağımı acıtıyor' desem geri gidecekti ayakkabılarım ve ayakkabıcının hemen bir yeni ayakkabı yapması olanaksızdı. O bayram sabahı canım yana yana yürüdüm. Bir süre sonra acı dayanılmaz oldu. Dişimi sıktım. Yürürken artık topallıyordum. Soranlara 'Dizimi vurdum' dedim; ama ayakkabılarımın ayağımı sıktığını kimseye söylemedim. Doğrusunu isterseniz yaşam da dar bir ayakkabıyla yürümektir.
Kimi zaman dar bir maaş, kimi zaman sevimsiz bir iş. Kimi zaman bir mekan dar ayakkabı olur bize, kimi zaman bir çevre. Kimi zaman bir sokak, ya da bir şehir…
Kimi zaman dostluklar, arkadaşlıklar, beraberlikler bir dar ayakkabıya dönüşür.
Kimi zaman zamandır dar ayakkabı, geçmek bilmez. Kimi zaman zenginlik, kimi zaman başınızı koyduğunuz yastık…
Canınız yanar. Topallaya topallaya gidersiniz. Sonradan öğrendim; yaşamın, dar ayakkabıyla yürüyebilme sanatı olduğunu..“. Nazım Hikmet işte böyle yorumlamış yaşamı ve yaşamın gerçek bir sanat olduğunu.. Bu sanatı sürdürebilmenin birinci koşulu HAYATTA OLMAKtır. Hayatta olanın ilk görevi her koşulda umutla YAŞAMAKdır. Hayatın ölçüsü ÖMÜR, yaşamın ölçeği ANdır. Boşa geçmiş bir ömür mü hayaliniz? Bu ömrü anlatan siyah/beyaz bir kartpostal mı elinizdeki? Yoksa her renkten sayılamayacak kadar çok kareye yansımış rengarenk bir film mi ilerde çocuklarınıza, torunlarınıza anlatacağınız yaşamınız? Bırakacağımız rengarenk yaşamlar, aslında çocuklarımızın, torunlarımızın, dostlarımızın anıları arasına katacakları bir mirastır. Mirastan pay alacakların beklentisi; zenginliktir.. Ya maddi, ya da manevi…(Not: Bu hikaye kaynağından emin olamadığım bir alıntıdır.)
Yine bana dönersem, ben köşe yazarı olmaktan çok mutluyum. Ama hani şu whatsapp'da „durum“ denen şeye bir fotoğraf, bir manzara resmi, bir şekil, ya da bir akıllı söz koyup benden de iki üç satır bir yorum, bir dize falan eklemek, ya da yazmak da bana çok keyif veriyor son zamanlarda.
Köşede yazardım / Durumda da yazar oldum / Bilmem ki ne yapsam gari / İlk başlarda mutluluğumdan göbek atardım / Şimdi oldum ben bir tiryaki / Ona borçluyum ister köşe, ister durum olsun / İlhamı yolluyor o, ben doyamıyorum bile inan ki / Kalemim kendi kendine yazıyor, ben ona hükmedemiyorum vallahi …
Rumuz : Sensiz Olmaz, 30.06.2020
Okunma Sayısı: 11189
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.